Inception
Aileden
Ermeni azınlığa Türklerin katliam uyguladıkları yalanı. ABD’li bilim adamı, Ermeni iddialarının iftira olduğunu belgelerle ispatladı.
Osmanlı’nın yabancı tebaasına ve etnik azınlıklara vermiş olduğu imtiyazlar doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altında kalan topraklarda uzun süre yaşamış olan Ermeni azınlık; yerleşim, dolaşım ve ticaret haklarından serbestçe yararlandı.
Bu sistem altında Türkiye’deki Ermeniler, bizzat Osmanlılardan daha fazla haklardan istifade ettiler. Bu azınlıklara, dini vecibelerini kutsal mekanlarında serbest bir şekilde yerine getirme hakkı tanındı. Ermeni cemaatlerinin büyük bir bölümü Bitlis, Erzurum, Van, Sivas ve Diyarbakır ilinin bir bölümünü içine alan, Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerinde yaşıyorlardı.
Osmanlı sınırları dahilinde ikamet eden ehl-i zimmet/gayri müslimlere uygulanan sistem uyarınca Ermeniler, dokunulmazlık haklarından tam olarak yararlanarak; Osmanlı Devleti’nin üst kademelerinde görev aldılar. Bu bağlamda Ermeniler, Başbakanlık ve Bakanlık görevlerine yükseldiler ve bazıları da Büyükelçilik ve Başkonsolosluk yaptılar. Bazıları ise Milletvekili olarak Parlamentoya girdi.
Osmanlı, devlet ve hükümet olarak Ermenileri gözetmiş ve haklarını korumuştur. Katolik Ermeniler devlet görevlerini seçerek almaya başlamışlardır. Bunlardan bir tanesi, Lübnan’a mülki amir olarak atanan ve en yüksek askeri rütbe olan Mareşal unvanıyla taltif edilen Artin Davut Paşa’dır. Osmanlı Devleti 1915 yılına kadar bu unvanı birçok Hıristiyan Ermeni’ye vermiştir.
Ermeniler ticareti ve ekonomik alanlardaki faaliyetlere etkin bir şekilde katılmışlardır. Özellikle İstanbul’da yaşayan Ermeni kolonisi bu alanda, dünya çapında aktif olan cemaatlerin en meşhurlarındandır. Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Ermeni cemaatleri 3 kısma ayrılır: 1 ncisi Katolik Ermeniler, 2 ncisi Ortodoks Ermeniler, 3 ncüsü Protestan Ermeniler.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Bursa Ermeni Piskoposu İstanbul’a çağrılarak Ermeni Patriği sıfatıyla İstanbul’da ikamet etmesi istenmiş ve kendisine Ortodoks Kilisesi Patriğine verilen haklar verilmiştir.
Katolikler, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermenilere karşı aktif bir kampanya yürütmüş ve bu bağlamda bir yandan Fransa öte yandan Papalık, Katolik mezhebinin yaygınlaşması ve Katolik mezhebine dönmeleri için Ermenilere Hıristiyan din adamları göndermiştir. Bunların Ermeni zenginleri ve aydınları arasında faaliyette bulunmaları sonucunda da çok sayıda Ermeni, Katolik mezhebine girmeye başlamıştır. Ancak, bu heyetlerin hedefleri Osmanlı Hükümetini şüphelendirmiştir. Zira Hükümet, Ortodoks Ermenileri desteklemekle birlikte bu heyetlerin faaliyetlerini “Frenk (Avrupa) Entrikaları” tanımlamıştır.
Hükümetin, bu heyetlerin faaliyetlerine karşı tutumu ilgili olarak Ermeniler, Fransa’dan yardımcı olması istenmiştir. Zira Fransa, kendini Doğu ve Asya Arap bölgesinde Katolik Ermenilerin hamisi olarak görmekteydi. Bu doğrultuda çalışmalar sonucunda, Sultan Abdülaziz’in çıkardığı bir fermanla Fransız Konsolosluğu himayesi altında bir “Ermeni Katolik Cemaati” oluşturulmasıyla birlikte Ermeniler,Fransız himayesini elde ettiler.
19 ncu yüzyılın başlarında İngiltere ve ABD tarafından Osmanlı Devleti topraklarına yoğun bir şekilde Protestan misyoner grupları gönderilmeye başlandı. Bu misyoner heyetleri, Ermenilerin gruplar halinde Hıristiyanlığın Protestan mezhebini kabul etmelerinde somut başarılar sağladılar. Hatta 1850 yılında İngiltere tarafından, Osmanlı Devleti bünyesinde bir Ermeni devletinin kurulmasına zemin hazırlayacak ulusal dini bir varlık oluşturulması kararlaştırıldı. Bu gruplar, İngiltere Konsolosluklarının himayesine verildi. Bu gelişmelerde dini yönden çok siyasi yön ön plana çıkarıldı.
Ancak, Ortodoks Ermeni Patriği, Protestan bir cemaatin oluşturulmasına itiraz etti. Nitekim Ortodoks Patriği daha öncede Katolik bir Ermeni toplumu oluşturulmasına karşı çıkmıştı. Çünkü Ortodoks Ermeni Patriği, binlerce Ermeni’nin dini ve maddi yönden kontrolünden çıkmasını istemiyordu. Ancak, Ortodoks ve Protestan Ermeni varlığının bireyleri, Ermeni ulusal duygularının gelişmesi ve Osmanlı Devletinden bağımsızlık talep etme bilincinin oluşması için geniş çapta bir çalışma yaptı.
Ermenilerin kontrolden çıkmasını önleme konusunda Ermeni cemaatler ve mezhepler arasında anlaşmazlıkların çıkması, Ermenilerin 3 büyük ülkeye; İran, Rusya ve Osmanlı Devleti’ne dağılmalarına sebep oldu.
Ermeniler, Rusların propagandalarının etkisiyle Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını elde etmeyi beklemeye başladılar. Zira Rusya, Ermenileri, Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını almaya ve Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet oluşturmaya teşvik etmekteydi.
Anadolu’nun doğu bölgesinde yaşayan Ermeniler, Anadolu içinde bir Ermeni devleti kurma talebinde bulunuyorlardı. Ancak bu talep, Türkler için büyük bir tehlike arz etmekteydi. Zira Ermeniler, Anadolu’da Kafkasya sınırından başlayan ve Karadeniz’e kadar uzanan 6 vilayette yaşıyordu. Osmanlıların bu bölgeden çekilmesi, Osmanlı Devleti’ni yok olmakla tehdit eden öldürücü bir darbe özelliği taşımaktaydı.
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nde varlık aşamasına geldikten, devletin sona ermesi ve çağdaş Türkiye Devleti’nin kurulmasına kadar geçen sürede bağımsızlıklarını elde temek uğruna Müslüman Türklere karşı çok korkunç bir terör uyguladılar. Doğu Anadolu bölgesinde bağımsız bir devlet olma yolundaki arzularını gerçekleştirmek için çok değişik yöntemlere başvurdular. Bu doğrultuda bir yandan dünya kamuoyunu harekete geçirme yolunu denerken, diğer yandan da uğradıkları zararları çok abartılı bir şekilde dile getiriyorlardı. Hatta Müslüman vatandaşlara yönelik şiddet ve terör uygulamaları, ülkede karışıklık çıkarmaları, köy ve kentleri yıkma girişimlerine rağmen davalarına destek olmak için Avrupa ülkelerini kazanma yollarını denemişlerdir.
Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 1877-1879 yıllarında yaşanan savaş sırasında Ermeniler,Osmanlı Devleti’ne karşı Rus kuvvetlerinin yanında yer alarak, Rus kuvvetleri bünyesinde savaş birlikleri oluşturdular. Subay, asker ve idareci olarak istihdam edildiler. Savaş, Osmanlı Devleti’nin korkunç yenilgisiyle son erdi.
Ermeniler 1881 yılında Erzurum’da “Baba Topraklarını Koruma Cemiyeti” ismi altında bir Ermeni cemiyeti kurdular. Ermeniler faaliyetlerini sürdürerek 1882 yılında Cenevre’de devrimci bir cemiyet kurarak “Hınçak” ismini verdiler. Hınçak’ın kelime anlamı Haç olup, bu cemiyetin hedefi sosyalist bir Ermeni toplumu kurmaya yönelikti.
Ermeniler 1885 yılında “Ya özgürlük, ya ölüm” sloganı altında Osmanlı Devleti sınırları dışında çalışmak amacıyla “Almanakan” isimli bir cemiyet daha kurdular. Bütün bunların yanında Ermeni devrimciler, Osmanlı toprakları dışında da çalışmalarını sürdürdüler. Çan ve Zil olmak üzere iki direniş hareketinden oluşan gruplar, İsviçre’de eğitim gören Ermeni öğrencilerden oluşmaktaydı. Bu hareketler, gazete çıkararak Osmanlı Devleti aleyhinde yazılar yayımladılar. Londra’da 1889 yılında yayımlanan gazetede yer alan bir yazıda “Bizim anarşist olduğumuz açıktır. Biz Anadolu’da anarşi yaratmak ve şiddet estirmek istiyoruz. Bizim temel hedefimiz bu ülkede bağımsız ulusal bir hükümet kurmak ve geniş kapsamlı siyasi özgürlük elde etmektir” denilmekteydi.
Bu hareketin tüzüğünün 8 nci maddesinde ise, Müslümanları yoketme araçlarının hançer, tabanca, boğma aletleri, zehir olduğu belirtilerek; evlerin ve tesislerin toz dinamit veya barutlu yangın bombalarıyla havaya uçurulması gerektiğine işaret edilmekteydi. Halka açık yerlerde atılan bombalar sebebiyle çok sayıda Osmanlı memuru hayatını kaybetmiştir.
Daha sonra 1890 yılında Ermeni Devrimci Birliği, “Taşnak” ismi altında Rusya’daki Ermenilerden oluşan bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyetin amacı, Osmanlı Devleti topraklarına sızarak Müslüman Osmanlı memurlarını sindirmek ve Müslümanlara yönelik toplu katliamlar uygulamak amacıyla intihar timleri oluşturmaktı. Bu tür çalışmalar sonunda durumun gerginleştirilmesi ve daha sonra Avrupa ülkelerinin Ermeni davası lehinde müdahalede bulunması ve sonunda da Müslüman Anadolu halkının yurtlarından kovulmasını ya da katledilmesini takiben bu bölgede sosyalist bir Ermeni Cumhuriyeti kurulması hedefleniyordu. Taşnak Cemiyeti, bu program doğrultusunda İstanbul, Trabzon ve Van’da çok sayıda gizli hücre oluşturdu.
Ermeniler, amaçlarını gerçekleştirme girişimleri doğrultusunda teröre başvurarak Ağustos 1896’da İstanbul’daki Osmanlı Banması’nın Genel Merkezine eylem düzenleyerek bankayı kuşattılar. Kuşatma eylemi yabancı ülke Büyükelçilerinin müdahalede bulunması ve Elçilerin garantisiyle Bab-ı Ali güvence alıncaya kadar sürdü. Bu eylemciler, Büyükelçiler himayesi altında Fransız vapuruyla ülke dışına çıktılar. Daha sonra bazı Ermeniler Bab-ı Ali binasına saldırarak Sadrazam ofisine girip Başbakanı ölümle tehdit ettiler. Bu durum kamuoyunda korkuya neden odu.
Eylemler devam etti ve Ermeniler halka açık yerlere bomba attılar. Sultan Abdülhamit’in Cuma namazına gitmesini fırsat bilen Ermeniler, padişaha suikast düzenlediler. Sultan Abdülhamit’e, Yıldırım Beyazıt Camii’nde atılan bombayla onlarca muhafız ve polis ölmesine rağmen Padişah ilginç bir şekilde kurtuldu. Bu olayda 26 kişi öldü, 58 kişi yaralandı.
Osmanlı Devleti’nde 1890-1904 yılları arasında katliamlar ve şiddet olayları yaşandı. Bu olayların yaşandığı yerler Samsun, Trabzon, Birecik, Harput, Van, Bitlis ve Sason (Muş) illeridir. Bu katliamların en korkuncu 1894 yılında Samsun ilinde gerçekleştirilmiştir. Ermeni devrimciler, vergi toplayan memurlara kılıç ve silahlarla saldırmış, köylere doğru ilerleyerek Müslüman halkı katletmişler, mallarını yağmalamışlardır. Devrimciler bu eylemleri gerçekleştirmekle iki amaca hizmet etmek istiyorlardı. Birincisi, Müslümanları katletmek; ikincisi de Osmanlı Devleti’ne düşman medya organlarına fırsat vermek, Osmanlının imajını Avrupa kamuoyunda karalamak ve Avrupa ülkelerinin müdahalelerini sağlamak için Ermenilerin öldürülmesini sağlamaktı.
Osmanlı makamları bu fitneye, Ermeni köylerini yerle bir ederek son verdi. Bunun üzerine Ermeni yayın organları, katliam haberlerini yaymaya ve Avrupa’nın desteğini almak amacıyla olayı abartmaya başladı.
Olayın büyütülmesine ilk yanıt İngiltere’den geldi. Ermeni davasının başarıya ulaşması için müdahalede bulunan İngiltere, Samsun’da öldürülenler hakkında gerçeklerin ortaya çıkarılması için bir soruşturma komisyonu oluşturulmasını istedi. Bu doğrultuda uluslararası bir komisyon oluşturuldu. Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Rusya bu komisyona katıldı. Bu komisyon hazırladığı raporda, Ermenilerin ülke dışındaki terörist grupların üyeleri ve ajanların tahrikleri neticesinde olay çıkarmaya teşebbüs ettikleri ve bunlara defalarca silah yardımı yapıldığı belirtildi.
Raporda ayrıca, Ermenilerin, Samsun Bölgesinde Müslüman halka katliam uyguladıktan sonra Osmanlı ordusundan kaçmak amacıyla sarp dağlara sığındıklarına ve Osmanlı Hükümetinin olayları bastırmak amacıyla kuvvet gönderdiğine, topraklarını korumak amacıyla Hükümetin girişimde bulunmasının yasal bir hak olduğuna ve basında yer alan Ermeni ölüleriyle ilgili verilen rakamların büyük ölçüde abartılı olduğuna işaret edildi.
Bu raporların etkisi Ermenilere kötü yansıdı. Ermeniler 1895 yılında bu raporu protesto etmek üzere İstanbul’da yürüdüler ve bu raporu hazırlayan komisyon üyelerinin büyük çoğunluğu Avrupa ülkelerinden yetkililer olmasına rağmen yine de Osmanlı Devleti’ni suçladılar.
İstanbul’un Ermeni terör eylemlerinin yapıldığı bir yer haline gelmesi ve çok sayıda Müslüman Osmanlının öldürülmesinden sonra buradaki Büyükelçiler, olayların kontrolünün hükümetin inisiyatifinden çıktığını düşünerek Sultan Abdülhamit’e sıkıyönetim ilan etmesini katliam ve olayların durdurulması için İstanbul’a kuvvet yığmasını önerdiler. Talep doğrultusunda sıkıyönetim ilan edilmesiyle birlikte Ermeni devrimciler eylemlerini Anadolu’ya kaydırdılar. Bunların eylemleri sonucunda Anadolu’da çok sayıda köy ve kent harap oldu. Osmanlı Hükümeti bu olaylar karşısında durmak ve topraklarını korumak amacıyla kararlı bir tutum izledi.
Bazıları bu olaylar sırasında ölen Ermenilerin sayısı hususunda aşırıya kaçarak 200 bin Ermeni öldürüldüğünü iddia ederler. Ancak, bu sırada uluslararası bir müdahale olmaması, Ermenilerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu sırada Mısır’daki Milliyetçi Parti lideri Mustafa Kamil, Ermenilerin yaptıkları yıkıma karşı topraklarını savunan Osmanlı Hükümetinin yaptıklarıyla ilgili olarak “Osmanlı idarecileri, Ermenilerin Müslüman halka verdikleri zararlar karşısında kusurludurlar. Ermeni devrimciler, olayları adil bir şekilde değerlendirenlere göre hainden başka bir şey değillerdir” demiştir.
Ermeni sorunu, Türkiye’nin karşılaştığı sorunların en başında yer aldı. Bu doğrultuda 1915 yılında Doğu Anadolu Ermenilerinin Irak’taki Musul’a; Adana Ermenilerinin Şam bölgesine zorunlu olarak uzaklaştırılmaları kararlaştırıldı. Osmanlı Devletinin bu tutumu nedeniyle Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin Müslüman tebaasına karşı terör eylemlerini yoğunlaştırdılar. Ermeniler, devletin büyük kentlerinde Ermeni devrimci cemiyetleri kurdular. Bu cemiyetler, yabancı ülke postalarıyla, yayınladıkları dergi ve broşürleri, devlete karşı ayaklandırmak ve postacılara saldırarak yayınları yırtan köylüleri katlettirmek için Anadolu’daki Ermenilere gönderiyorlardı. Terörist Ermeniler, çiftçi ve tüccar Ermenileri evlerinden çıkmamak ve gizlenmek zorunda bırakıyorlar; aksi takdirde öldüreceklerini söylüyorlardı. Ermenilerin Müslüman Osmanlılara karşı uyguladığı şiddet eylemlerine, Müslümanlar aynı şekilde karşılık vermemiştir.
Ermeni Devrimci Taşnak Cemiyeti 1908 yılında Sultan Abdülhamik yönetimine karşı safları birleştirme, aralarında uyum içinde işbirliği yapma ve ulusal emellerini gerçekleştirme amacıyla Genç Türkler (Jön Türkler) cemiyetine ümit bağlama girişimlerinde bulundu. Bu doğrultuda, devrimci ve şiddet yanlısı kararlar çıkartmayı başardı. Bu kararlar şöyledir.
1. Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesi.
2. Monarşi sistemi yerine Anayasal bir hükümet kurulması.
3. Bu iki hedefin gerçekleşmesi için gerektiğinde devrimci şiddete başvurulması.
4. Olaylar çıkarmak üzere direniş örgütü kurulması ve devlete vergi ödemekten kaçınılması.
5. Abdülhamit yönetimine karşı basında kampanya yürütülmesi.
Cemiyet, bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda devletin bütün topraklarını kapsayan etkin bir devrim hareketine başlanması gerektiğini de ilan etti.
Sultan Abdülhamit’in 1908 yılında anayasal hayatta düzenlemeyi öngören ferman yayınlaması, devletin yeni sistem içinde Ermenilerin siyasal hayata katılmalarına zemin hazırlama beklentilerini gerçekleştirmekte ısrarcı olduklarını ilan ederek 14 Ermeni Milletvekili Meclise girdi. Bu Milletvekilleri ulusal beklentilerini gerçekleştirmekte yardımcı olacağı düşüncesiyle oturumlarda kargaşa çıkarıyorlardı.
Rus kuvvetleri 1914 yılında Doğu Anadolu’daki Osmanlı sınırından içeriye girmeye başlayınca, Ermeni gönüllülerden oluşan bir kuvvet Rus güçlerine katılırken Ermeniler Anadolu’da isyan çıkardılar. Bu olaylar üzerine Osmanlı Hükümeti, Osmanlı kuvvetlerine herhangi bir şekilde zarar verecek eylemlerden kaçınmak amacıyla Van, Bitlis ve Erzurum’daki Ermenilerin bu illeri boşaltmasını öngören bir karar aldı. Bu kararda, Ermenilerin Irak’taki Musul kentine göç etmeleri isteniyordu. Devlet, Ermenilerin yolculuk süresince kalmaları için yollarda kamplar kurdu. Savaşın bütün şiddetiyle ağırlığını hissettirdiğini bu sırada bütün bölgelerdeki Osmanlı kuvvetlerine, Kürtlerin, köylülerin ve diğer Müslümanların saldırılarından Ermenilerin korunması için emir verildi. Bu emrin amacı, Ermenilerin göç sırasında güvenliklerini sağlamaya ve yeterli yiyecek vermenin yanı sıra yoluculuk için gerekli ortamın temin edilmesine yönelikti. Bu talimatlar kapsamında, Ermenilerin boşalttığı eve ve işyerlerini kullanan Müslümanlardan kira ödemeleri ve sahiplerinin geri dönmesiyle konut ve dükkanları iade etmeleri hakkında maddeler bulunuyordu.
Osmanlı Devletine karşı önyargılı olanlar, Ermenilerin uzaklaştırılması (tehcir) hareketini Osmanlıların, Ermenileri toplu bir biçimde katletmesi ve yok etmesi olarak nitelediler. Önyargılı kişilerce hazırlanan raporlarda, uzaklaştırma hareketi sırasında Ermenilerin üçte birinin öldüğü ve zayiatın 1.5 milyon olduğu, geriye kalan üçte birlik bölümün yaşamlarına devam ettiği ve diğer üçte birlik bölümün de uzaklaştırma esnasında kaçtığı belirtilmektedir. Bu sözler abartılı ve Osmanlı Devletine karşı önyargılıdır. Bazı ölüm olaylarının olduğu gerçektir. Bu ölüm olayları, Ermeniler Anadolu’dan geçerken vuku bulmamış; Musul bölgesine gidişleri sırasında meydana gelmiştir. Önyargıyla hareket eden bu kişiler, uzaklaştırma olayının Ruslarla amansız bir savaşa giren Osmanlı kuvvetlerinin güvenliği için gerekli olduğunu, savaşın Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeye yakın yerlerde gerçekleştiğini ve hükümetin, göç ettirme sırasında Ermenilerin tama olarak korunması hususunda emirler çıkarttığını görmezlikten gelmektedirler.
Osmanlı Devletine önyargılı yaklaşanlar Osmanlı vahşetiyle suçlarken; Ermeni teröristler kanlı eylemler düzenliyor, devlet aleyhine siyasi faaliyetlerde bulunuyor ve devlet adamlarına yönelik suikastlere girişiyorlardı.
Ermeniler, gençlerin zihinlerine canlı kalması için her yıl sözde soykırım gününü anmakta ve Osmanlının mirası Türkiye Cumhuriyeti Türklerine karşı kin tohumları ekmektedirler.
ABD’li bir tarihçi, bilimsel belgeleri inceledikten sonra, Ermenilerin iddialarına karşı çıkmıştır. Ermenilerin, 1915 yılındaki göç ettirme sırasında 1 milyon Ermeni’nin öldüğü yönündeki iddialarını yalanlayarak,bu sayının 200 bin civarında olduğunu ortaya koymuştur. Bu ölüm olaylarına bulaşıcı hastalıklar, açlık ve Osmanlı kuvvetleri ile Rus kuvvetleri arasında yaşanan savaşın sebep olduğunu, aynı şartlardan ötürü yine aynı dönemde 2 milyon Müslüman’ın öldürdüğünü belirtmiştir.
Bu olaylar yaşanırken Ermeniler, Türk köylerine yönelik çete savaşı yapacaklarını ilan edip köylüleri katlederek mahsullerini yağmaladılar. Çete savaşı korkunç bir hal aldı. Ermeniler 1920 yılında Anadolu’nun doğu cephesinde saldırıya geçti. Ancak, Mustafa Kemal Hükümeti, Ermeni kuvvetlerine karşı harekete geçmeyi erteleyerek, Erivan hükümetini diplomatik yollarla protesto etmekle yetindi.
1965 yılında Ermeni teröristlerden bir grup, eylemlerini Türkiye dışına taşıyarak Türk Diplomatlarına yönelik suikastlar düzenlediler.
Lübnan’da, 24 Nisan 1965 tarihi, Ermeni katliamının ve Türk yönetiminin Ermenileri Musul’a göç ettirmesinin 50 nci yılı münasebetiyle “yas günü” ilan edildi. Lübnan’ın başkenti Beyrut sokaklarında gösteriler yapıldı ve Ermeni şehitleri anıldı. Katliamı anmalarındaki amaçları ise Ermeni gençlerin kalplerine Türklere yönelik kin tohumları ekmekti. Daha sonra Türklere yönelik şiddet eylemlerinin kapsamı genişledi. 1975 yılında Paris, Londra, Viyana, Madrid ve Vatikan’da Türk Diplomatlara yönelik şiddet eylemleri gerçekleştirildi. Saldırılarda çok sayıda Türk Diplomat hayatını kaybederken birçoğu da ağır şekilde yaralandı.
8 Ağustos 1982 tarihinde ASALA olarak bilinen Ermeni terör örgütü elemanları, Ankara Havaalanına baskın yaptılar. Eylem sırasında bomba ve ağır silahlar kullandılar. Bu baskın esnasında 9 kişi öldü, 82 kişi yaralandı. Bu baskın, Türkiye’nin başkenti Ankara’da güpegündüz yolcu terminalinin kente gelen ve kentten ayrılan yolculara dolu olduğu bir sırada yaşandı. Bu olayda insanların öldürülmesi ve yaralanması, yolcuların paniğe kapılmalarına neden oldu. Bu terör eyleminin arkasında, Türklerin 1915 yılında işledikleri iddia edilen Ermeni katliamının ve göç ettirme olayının intikamını almak amacı yatmaktaydı.
Ermeniler tarafından gerçekleştirilen bu şiddet olaylarına tepki olarak Türk makamları insan haklarına saygılı ülkeleri uluslararası terörle mücadeleye ve toprakların egemenliği haklarına dokunmaya çağırdı. Türkiye bu sırada, terörist örgütü cesaretlendiren ve bu olaylarda kullanılan silahları veren düşman yabancı ülkelerden birini suçladı. Türkiye devamla, terör örgütlerine karşı çetin bir mücadele vereceğini ve bu örgütlerin iç ve dış bağlantılarıyla şebekelerini ortaya çıkarmak için konuna kadar çaba sarf edeceğini açıkladı.
Gizli Ermeni Bağımsızlık Ordusu, 22 Ocak 1983 tarihinde Paris’teki THY Bürosuna saldırdı. Olayda çok sayıda sivil öldü ve yaralandı.
Burada Ermenistan Parlamentosunun 1989 yılında Azerbaycan’ın kuzeyi ve Türkiye7nin doğusu arasında kalan yerleri istediğini de hatırlatmakta yarar var.
Ermeni Parlamentosunun 23 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmesi sırasında kabul edilen 11 nci maddede “Batı Ermenistan” ifadesi kullanıldı ve “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti tarafından Batı Ermenistan’da 1915 yılında işlenen katliam suçunun uluslararası platformlarda tanınması için sarf edilen çabaları destekleyecektir” denildi.
Ermenistan’ın Londra Büyükelçiliği de 1992 yılında Türkiye’nin Trabzon, Erzincan, Sason (Muş) ve Bitlis kentlerinin Ermenistan toprakları içinde gösterildiği bir harita dağıttı.
Bütün bunlara ek olarak, Ermenistan Cumhurbaşkanı Petrosyan’ın başkanlık ettiği Parlamento Tarih Komisyonu’nun yayınladığı raporda “Türkiye sınırı kabul edilemez” denildi.
Bu olayların akışı içinde Türkiye topraklarında ve dışarıda Türk kuruluşlarını yönelik Ermeni terör eylemlerinin tırmandığını söyleyebiliriz .Ermeniler, Ermenilerin Türk halkıyla olan dini, etnik ve coğrafi bağalarına ilişkin geçmişin mirasını Osmanlı Devletinin mirasçısı Türkiye’ye yüklemeye devam etmektedir.
----------
alıntıdır.
Osmanlı’nın yabancı tebaasına ve etnik azınlıklara vermiş olduğu imtiyazlar doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altında kalan topraklarda uzun süre yaşamış olan Ermeni azınlık; yerleşim, dolaşım ve ticaret haklarından serbestçe yararlandı.
Bu sistem altında Türkiye’deki Ermeniler, bizzat Osmanlılardan daha fazla haklardan istifade ettiler. Bu azınlıklara, dini vecibelerini kutsal mekanlarında serbest bir şekilde yerine getirme hakkı tanındı. Ermeni cemaatlerinin büyük bir bölümü Bitlis, Erzurum, Van, Sivas ve Diyarbakır ilinin bir bölümünü içine alan, Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerinde yaşıyorlardı.
Osmanlı sınırları dahilinde ikamet eden ehl-i zimmet/gayri müslimlere uygulanan sistem uyarınca Ermeniler, dokunulmazlık haklarından tam olarak yararlanarak; Osmanlı Devleti’nin üst kademelerinde görev aldılar. Bu bağlamda Ermeniler, Başbakanlık ve Bakanlık görevlerine yükseldiler ve bazıları da Büyükelçilik ve Başkonsolosluk yaptılar. Bazıları ise Milletvekili olarak Parlamentoya girdi.
Osmanlı, devlet ve hükümet olarak Ermenileri gözetmiş ve haklarını korumuştur. Katolik Ermeniler devlet görevlerini seçerek almaya başlamışlardır. Bunlardan bir tanesi, Lübnan’a mülki amir olarak atanan ve en yüksek askeri rütbe olan Mareşal unvanıyla taltif edilen Artin Davut Paşa’dır. Osmanlı Devleti 1915 yılına kadar bu unvanı birçok Hıristiyan Ermeni’ye vermiştir.
Ermeniler ticareti ve ekonomik alanlardaki faaliyetlere etkin bir şekilde katılmışlardır. Özellikle İstanbul’da yaşayan Ermeni kolonisi bu alanda, dünya çapında aktif olan cemaatlerin en meşhurlarındandır. Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Ermeni cemaatleri 3 kısma ayrılır: 1 ncisi Katolik Ermeniler, 2 ncisi Ortodoks Ermeniler, 3 ncüsü Protestan Ermeniler.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Bursa Ermeni Piskoposu İstanbul’a çağrılarak Ermeni Patriği sıfatıyla İstanbul’da ikamet etmesi istenmiş ve kendisine Ortodoks Kilisesi Patriğine verilen haklar verilmiştir.
Katolikler, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermenilere karşı aktif bir kampanya yürütmüş ve bu bağlamda bir yandan Fransa öte yandan Papalık, Katolik mezhebinin yaygınlaşması ve Katolik mezhebine dönmeleri için Ermenilere Hıristiyan din adamları göndermiştir. Bunların Ermeni zenginleri ve aydınları arasında faaliyette bulunmaları sonucunda da çok sayıda Ermeni, Katolik mezhebine girmeye başlamıştır. Ancak, bu heyetlerin hedefleri Osmanlı Hükümetini şüphelendirmiştir. Zira Hükümet, Ortodoks Ermenileri desteklemekle birlikte bu heyetlerin faaliyetlerini “Frenk (Avrupa) Entrikaları” tanımlamıştır.
Hükümetin, bu heyetlerin faaliyetlerine karşı tutumu ilgili olarak Ermeniler, Fransa’dan yardımcı olması istenmiştir. Zira Fransa, kendini Doğu ve Asya Arap bölgesinde Katolik Ermenilerin hamisi olarak görmekteydi. Bu doğrultuda çalışmalar sonucunda, Sultan Abdülaziz’in çıkardığı bir fermanla Fransız Konsolosluğu himayesi altında bir “Ermeni Katolik Cemaati” oluşturulmasıyla birlikte Ermeniler,Fransız himayesini elde ettiler.
19 ncu yüzyılın başlarında İngiltere ve ABD tarafından Osmanlı Devleti topraklarına yoğun bir şekilde Protestan misyoner grupları gönderilmeye başlandı. Bu misyoner heyetleri, Ermenilerin gruplar halinde Hıristiyanlığın Protestan mezhebini kabul etmelerinde somut başarılar sağladılar. Hatta 1850 yılında İngiltere tarafından, Osmanlı Devleti bünyesinde bir Ermeni devletinin kurulmasına zemin hazırlayacak ulusal dini bir varlık oluşturulması kararlaştırıldı. Bu gruplar, İngiltere Konsolosluklarının himayesine verildi. Bu gelişmelerde dini yönden çok siyasi yön ön plana çıkarıldı.
Ancak, Ortodoks Ermeni Patriği, Protestan bir cemaatin oluşturulmasına itiraz etti. Nitekim Ortodoks Patriği daha öncede Katolik bir Ermeni toplumu oluşturulmasına karşı çıkmıştı. Çünkü Ortodoks Ermeni Patriği, binlerce Ermeni’nin dini ve maddi yönden kontrolünden çıkmasını istemiyordu. Ancak, Ortodoks ve Protestan Ermeni varlığının bireyleri, Ermeni ulusal duygularının gelişmesi ve Osmanlı Devletinden bağımsızlık talep etme bilincinin oluşması için geniş çapta bir çalışma yaptı.
Ermenilerin kontrolden çıkmasını önleme konusunda Ermeni cemaatler ve mezhepler arasında anlaşmazlıkların çıkması, Ermenilerin 3 büyük ülkeye; İran, Rusya ve Osmanlı Devleti’ne dağılmalarına sebep oldu.
Ermeniler, Rusların propagandalarının etkisiyle Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını elde etmeyi beklemeye başladılar. Zira Rusya, Ermenileri, Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını almaya ve Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet oluşturmaya teşvik etmekteydi.
Anadolu’nun doğu bölgesinde yaşayan Ermeniler, Anadolu içinde bir Ermeni devleti kurma talebinde bulunuyorlardı. Ancak bu talep, Türkler için büyük bir tehlike arz etmekteydi. Zira Ermeniler, Anadolu’da Kafkasya sınırından başlayan ve Karadeniz’e kadar uzanan 6 vilayette yaşıyordu. Osmanlıların bu bölgeden çekilmesi, Osmanlı Devleti’ni yok olmakla tehdit eden öldürücü bir darbe özelliği taşımaktaydı.
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nde varlık aşamasına geldikten, devletin sona ermesi ve çağdaş Türkiye Devleti’nin kurulmasına kadar geçen sürede bağımsızlıklarını elde temek uğruna Müslüman Türklere karşı çok korkunç bir terör uyguladılar. Doğu Anadolu bölgesinde bağımsız bir devlet olma yolundaki arzularını gerçekleştirmek için çok değişik yöntemlere başvurdular. Bu doğrultuda bir yandan dünya kamuoyunu harekete geçirme yolunu denerken, diğer yandan da uğradıkları zararları çok abartılı bir şekilde dile getiriyorlardı. Hatta Müslüman vatandaşlara yönelik şiddet ve terör uygulamaları, ülkede karışıklık çıkarmaları, köy ve kentleri yıkma girişimlerine rağmen davalarına destek olmak için Avrupa ülkelerini kazanma yollarını denemişlerdir.
Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 1877-1879 yıllarında yaşanan savaş sırasında Ermeniler,Osmanlı Devleti’ne karşı Rus kuvvetlerinin yanında yer alarak, Rus kuvvetleri bünyesinde savaş birlikleri oluşturdular. Subay, asker ve idareci olarak istihdam edildiler. Savaş, Osmanlı Devleti’nin korkunç yenilgisiyle son erdi.
Ermeniler 1881 yılında Erzurum’da “Baba Topraklarını Koruma Cemiyeti” ismi altında bir Ermeni cemiyeti kurdular. Ermeniler faaliyetlerini sürdürerek 1882 yılında Cenevre’de devrimci bir cemiyet kurarak “Hınçak” ismini verdiler. Hınçak’ın kelime anlamı Haç olup, bu cemiyetin hedefi sosyalist bir Ermeni toplumu kurmaya yönelikti.
Ermeniler 1885 yılında “Ya özgürlük, ya ölüm” sloganı altında Osmanlı Devleti sınırları dışında çalışmak amacıyla “Almanakan” isimli bir cemiyet daha kurdular. Bütün bunların yanında Ermeni devrimciler, Osmanlı toprakları dışında da çalışmalarını sürdürdüler. Çan ve Zil olmak üzere iki direniş hareketinden oluşan gruplar, İsviçre’de eğitim gören Ermeni öğrencilerden oluşmaktaydı. Bu hareketler, gazete çıkararak Osmanlı Devleti aleyhinde yazılar yayımladılar. Londra’da 1889 yılında yayımlanan gazetede yer alan bir yazıda “Bizim anarşist olduğumuz açıktır. Biz Anadolu’da anarşi yaratmak ve şiddet estirmek istiyoruz. Bizim temel hedefimiz bu ülkede bağımsız ulusal bir hükümet kurmak ve geniş kapsamlı siyasi özgürlük elde etmektir” denilmekteydi.
Bu hareketin tüzüğünün 8 nci maddesinde ise, Müslümanları yoketme araçlarının hançer, tabanca, boğma aletleri, zehir olduğu belirtilerek; evlerin ve tesislerin toz dinamit veya barutlu yangın bombalarıyla havaya uçurulması gerektiğine işaret edilmekteydi. Halka açık yerlerde atılan bombalar sebebiyle çok sayıda Osmanlı memuru hayatını kaybetmiştir.
Daha sonra 1890 yılında Ermeni Devrimci Birliği, “Taşnak” ismi altında Rusya’daki Ermenilerden oluşan bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyetin amacı, Osmanlı Devleti topraklarına sızarak Müslüman Osmanlı memurlarını sindirmek ve Müslümanlara yönelik toplu katliamlar uygulamak amacıyla intihar timleri oluşturmaktı. Bu tür çalışmalar sonunda durumun gerginleştirilmesi ve daha sonra Avrupa ülkelerinin Ermeni davası lehinde müdahalede bulunması ve sonunda da Müslüman Anadolu halkının yurtlarından kovulmasını ya da katledilmesini takiben bu bölgede sosyalist bir Ermeni Cumhuriyeti kurulması hedefleniyordu. Taşnak Cemiyeti, bu program doğrultusunda İstanbul, Trabzon ve Van’da çok sayıda gizli hücre oluşturdu.
Ermeniler, amaçlarını gerçekleştirme girişimleri doğrultusunda teröre başvurarak Ağustos 1896’da İstanbul’daki Osmanlı Banması’nın Genel Merkezine eylem düzenleyerek bankayı kuşattılar. Kuşatma eylemi yabancı ülke Büyükelçilerinin müdahalede bulunması ve Elçilerin garantisiyle Bab-ı Ali güvence alıncaya kadar sürdü. Bu eylemciler, Büyükelçiler himayesi altında Fransız vapuruyla ülke dışına çıktılar. Daha sonra bazı Ermeniler Bab-ı Ali binasına saldırarak Sadrazam ofisine girip Başbakanı ölümle tehdit ettiler. Bu durum kamuoyunda korkuya neden odu.
Eylemler devam etti ve Ermeniler halka açık yerlere bomba attılar. Sultan Abdülhamit’in Cuma namazına gitmesini fırsat bilen Ermeniler, padişaha suikast düzenlediler. Sultan Abdülhamit’e, Yıldırım Beyazıt Camii’nde atılan bombayla onlarca muhafız ve polis ölmesine rağmen Padişah ilginç bir şekilde kurtuldu. Bu olayda 26 kişi öldü, 58 kişi yaralandı.
Osmanlı Devleti’nde 1890-1904 yılları arasında katliamlar ve şiddet olayları yaşandı. Bu olayların yaşandığı yerler Samsun, Trabzon, Birecik, Harput, Van, Bitlis ve Sason (Muş) illeridir. Bu katliamların en korkuncu 1894 yılında Samsun ilinde gerçekleştirilmiştir. Ermeni devrimciler, vergi toplayan memurlara kılıç ve silahlarla saldırmış, köylere doğru ilerleyerek Müslüman halkı katletmişler, mallarını yağmalamışlardır. Devrimciler bu eylemleri gerçekleştirmekle iki amaca hizmet etmek istiyorlardı. Birincisi, Müslümanları katletmek; ikincisi de Osmanlı Devleti’ne düşman medya organlarına fırsat vermek, Osmanlının imajını Avrupa kamuoyunda karalamak ve Avrupa ülkelerinin müdahalelerini sağlamak için Ermenilerin öldürülmesini sağlamaktı.
Osmanlı makamları bu fitneye, Ermeni köylerini yerle bir ederek son verdi. Bunun üzerine Ermeni yayın organları, katliam haberlerini yaymaya ve Avrupa’nın desteğini almak amacıyla olayı abartmaya başladı.
Olayın büyütülmesine ilk yanıt İngiltere’den geldi. Ermeni davasının başarıya ulaşması için müdahalede bulunan İngiltere, Samsun’da öldürülenler hakkında gerçeklerin ortaya çıkarılması için bir soruşturma komisyonu oluşturulmasını istedi. Bu doğrultuda uluslararası bir komisyon oluşturuldu. Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Rusya bu komisyona katıldı. Bu komisyon hazırladığı raporda, Ermenilerin ülke dışındaki terörist grupların üyeleri ve ajanların tahrikleri neticesinde olay çıkarmaya teşebbüs ettikleri ve bunlara defalarca silah yardımı yapıldığı belirtildi.
Raporda ayrıca, Ermenilerin, Samsun Bölgesinde Müslüman halka katliam uyguladıktan sonra Osmanlı ordusundan kaçmak amacıyla sarp dağlara sığındıklarına ve Osmanlı Hükümetinin olayları bastırmak amacıyla kuvvet gönderdiğine, topraklarını korumak amacıyla Hükümetin girişimde bulunmasının yasal bir hak olduğuna ve basında yer alan Ermeni ölüleriyle ilgili verilen rakamların büyük ölçüde abartılı olduğuna işaret edildi.
Bu raporların etkisi Ermenilere kötü yansıdı. Ermeniler 1895 yılında bu raporu protesto etmek üzere İstanbul’da yürüdüler ve bu raporu hazırlayan komisyon üyelerinin büyük çoğunluğu Avrupa ülkelerinden yetkililer olmasına rağmen yine de Osmanlı Devleti’ni suçladılar.
İstanbul’un Ermeni terör eylemlerinin yapıldığı bir yer haline gelmesi ve çok sayıda Müslüman Osmanlının öldürülmesinden sonra buradaki Büyükelçiler, olayların kontrolünün hükümetin inisiyatifinden çıktığını düşünerek Sultan Abdülhamit’e sıkıyönetim ilan etmesini katliam ve olayların durdurulması için İstanbul’a kuvvet yığmasını önerdiler. Talep doğrultusunda sıkıyönetim ilan edilmesiyle birlikte Ermeni devrimciler eylemlerini Anadolu’ya kaydırdılar. Bunların eylemleri sonucunda Anadolu’da çok sayıda köy ve kent harap oldu. Osmanlı Hükümeti bu olaylar karşısında durmak ve topraklarını korumak amacıyla kararlı bir tutum izledi.
Bazıları bu olaylar sırasında ölen Ermenilerin sayısı hususunda aşırıya kaçarak 200 bin Ermeni öldürüldüğünü iddia ederler. Ancak, bu sırada uluslararası bir müdahale olmaması, Ermenilerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu sırada Mısır’daki Milliyetçi Parti lideri Mustafa Kamil, Ermenilerin yaptıkları yıkıma karşı topraklarını savunan Osmanlı Hükümetinin yaptıklarıyla ilgili olarak “Osmanlı idarecileri, Ermenilerin Müslüman halka verdikleri zararlar karşısında kusurludurlar. Ermeni devrimciler, olayları adil bir şekilde değerlendirenlere göre hainden başka bir şey değillerdir” demiştir.
Ermeni sorunu, Türkiye’nin karşılaştığı sorunların en başında yer aldı. Bu doğrultuda 1915 yılında Doğu Anadolu Ermenilerinin Irak’taki Musul’a; Adana Ermenilerinin Şam bölgesine zorunlu olarak uzaklaştırılmaları kararlaştırıldı. Osmanlı Devletinin bu tutumu nedeniyle Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin Müslüman tebaasına karşı terör eylemlerini yoğunlaştırdılar. Ermeniler, devletin büyük kentlerinde Ermeni devrimci cemiyetleri kurdular. Bu cemiyetler, yabancı ülke postalarıyla, yayınladıkları dergi ve broşürleri, devlete karşı ayaklandırmak ve postacılara saldırarak yayınları yırtan köylüleri katlettirmek için Anadolu’daki Ermenilere gönderiyorlardı. Terörist Ermeniler, çiftçi ve tüccar Ermenileri evlerinden çıkmamak ve gizlenmek zorunda bırakıyorlar; aksi takdirde öldüreceklerini söylüyorlardı. Ermenilerin Müslüman Osmanlılara karşı uyguladığı şiddet eylemlerine, Müslümanlar aynı şekilde karşılık vermemiştir.
Ermeni Devrimci Taşnak Cemiyeti 1908 yılında Sultan Abdülhamik yönetimine karşı safları birleştirme, aralarında uyum içinde işbirliği yapma ve ulusal emellerini gerçekleştirme amacıyla Genç Türkler (Jön Türkler) cemiyetine ümit bağlama girişimlerinde bulundu. Bu doğrultuda, devrimci ve şiddet yanlısı kararlar çıkartmayı başardı. Bu kararlar şöyledir.
1. Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesi.
2. Monarşi sistemi yerine Anayasal bir hükümet kurulması.
3. Bu iki hedefin gerçekleşmesi için gerektiğinde devrimci şiddete başvurulması.
4. Olaylar çıkarmak üzere direniş örgütü kurulması ve devlete vergi ödemekten kaçınılması.
5. Abdülhamit yönetimine karşı basında kampanya yürütülmesi.
Cemiyet, bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda devletin bütün topraklarını kapsayan etkin bir devrim hareketine başlanması gerektiğini de ilan etti.
Sultan Abdülhamit’in 1908 yılında anayasal hayatta düzenlemeyi öngören ferman yayınlaması, devletin yeni sistem içinde Ermenilerin siyasal hayata katılmalarına zemin hazırlama beklentilerini gerçekleştirmekte ısrarcı olduklarını ilan ederek 14 Ermeni Milletvekili Meclise girdi. Bu Milletvekilleri ulusal beklentilerini gerçekleştirmekte yardımcı olacağı düşüncesiyle oturumlarda kargaşa çıkarıyorlardı.
Rus kuvvetleri 1914 yılında Doğu Anadolu’daki Osmanlı sınırından içeriye girmeye başlayınca, Ermeni gönüllülerden oluşan bir kuvvet Rus güçlerine katılırken Ermeniler Anadolu’da isyan çıkardılar. Bu olaylar üzerine Osmanlı Hükümeti, Osmanlı kuvvetlerine herhangi bir şekilde zarar verecek eylemlerden kaçınmak amacıyla Van, Bitlis ve Erzurum’daki Ermenilerin bu illeri boşaltmasını öngören bir karar aldı. Bu kararda, Ermenilerin Irak’taki Musul kentine göç etmeleri isteniyordu. Devlet, Ermenilerin yolculuk süresince kalmaları için yollarda kamplar kurdu. Savaşın bütün şiddetiyle ağırlığını hissettirdiğini bu sırada bütün bölgelerdeki Osmanlı kuvvetlerine, Kürtlerin, köylülerin ve diğer Müslümanların saldırılarından Ermenilerin korunması için emir verildi. Bu emrin amacı, Ermenilerin göç sırasında güvenliklerini sağlamaya ve yeterli yiyecek vermenin yanı sıra yoluculuk için gerekli ortamın temin edilmesine yönelikti. Bu talimatlar kapsamında, Ermenilerin boşalttığı eve ve işyerlerini kullanan Müslümanlardan kira ödemeleri ve sahiplerinin geri dönmesiyle konut ve dükkanları iade etmeleri hakkında maddeler bulunuyordu.
Osmanlı Devletine karşı önyargılı olanlar, Ermenilerin uzaklaştırılması (tehcir) hareketini Osmanlıların, Ermenileri toplu bir biçimde katletmesi ve yok etmesi olarak nitelediler. Önyargılı kişilerce hazırlanan raporlarda, uzaklaştırma hareketi sırasında Ermenilerin üçte birinin öldüğü ve zayiatın 1.5 milyon olduğu, geriye kalan üçte birlik bölümün yaşamlarına devam ettiği ve diğer üçte birlik bölümün de uzaklaştırma esnasında kaçtığı belirtilmektedir. Bu sözler abartılı ve Osmanlı Devletine karşı önyargılıdır. Bazı ölüm olaylarının olduğu gerçektir. Bu ölüm olayları, Ermeniler Anadolu’dan geçerken vuku bulmamış; Musul bölgesine gidişleri sırasında meydana gelmiştir. Önyargıyla hareket eden bu kişiler, uzaklaştırma olayının Ruslarla amansız bir savaşa giren Osmanlı kuvvetlerinin güvenliği için gerekli olduğunu, savaşın Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeye yakın yerlerde gerçekleştiğini ve hükümetin, göç ettirme sırasında Ermenilerin tama olarak korunması hususunda emirler çıkarttığını görmezlikten gelmektedirler.
Osmanlı Devletine önyargılı yaklaşanlar Osmanlı vahşetiyle suçlarken; Ermeni teröristler kanlı eylemler düzenliyor, devlet aleyhine siyasi faaliyetlerde bulunuyor ve devlet adamlarına yönelik suikastlere girişiyorlardı.
Ermeniler, gençlerin zihinlerine canlı kalması için her yıl sözde soykırım gününü anmakta ve Osmanlının mirası Türkiye Cumhuriyeti Türklerine karşı kin tohumları ekmektedirler.
ABD’li bir tarihçi, bilimsel belgeleri inceledikten sonra, Ermenilerin iddialarına karşı çıkmıştır. Ermenilerin, 1915 yılındaki göç ettirme sırasında 1 milyon Ermeni’nin öldüğü yönündeki iddialarını yalanlayarak,bu sayının 200 bin civarında olduğunu ortaya koymuştur. Bu ölüm olaylarına bulaşıcı hastalıklar, açlık ve Osmanlı kuvvetleri ile Rus kuvvetleri arasında yaşanan savaşın sebep olduğunu, aynı şartlardan ötürü yine aynı dönemde 2 milyon Müslüman’ın öldürdüğünü belirtmiştir.
Bu olaylar yaşanırken Ermeniler, Türk köylerine yönelik çete savaşı yapacaklarını ilan edip köylüleri katlederek mahsullerini yağmaladılar. Çete savaşı korkunç bir hal aldı. Ermeniler 1920 yılında Anadolu’nun doğu cephesinde saldırıya geçti. Ancak, Mustafa Kemal Hükümeti, Ermeni kuvvetlerine karşı harekete geçmeyi erteleyerek, Erivan hükümetini diplomatik yollarla protesto etmekle yetindi.
1965 yılında Ermeni teröristlerden bir grup, eylemlerini Türkiye dışına taşıyarak Türk Diplomatlarına yönelik suikastlar düzenlediler.
Lübnan’da, 24 Nisan 1965 tarihi, Ermeni katliamının ve Türk yönetiminin Ermenileri Musul’a göç ettirmesinin 50 nci yılı münasebetiyle “yas günü” ilan edildi. Lübnan’ın başkenti Beyrut sokaklarında gösteriler yapıldı ve Ermeni şehitleri anıldı. Katliamı anmalarındaki amaçları ise Ermeni gençlerin kalplerine Türklere yönelik kin tohumları ekmekti. Daha sonra Türklere yönelik şiddet eylemlerinin kapsamı genişledi. 1975 yılında Paris, Londra, Viyana, Madrid ve Vatikan’da Türk Diplomatlara yönelik şiddet eylemleri gerçekleştirildi. Saldırılarda çok sayıda Türk Diplomat hayatını kaybederken birçoğu da ağır şekilde yaralandı.
8 Ağustos 1982 tarihinde ASALA olarak bilinen Ermeni terör örgütü elemanları, Ankara Havaalanına baskın yaptılar. Eylem sırasında bomba ve ağır silahlar kullandılar. Bu baskın esnasında 9 kişi öldü, 82 kişi yaralandı. Bu baskın, Türkiye’nin başkenti Ankara’da güpegündüz yolcu terminalinin kente gelen ve kentten ayrılan yolculara dolu olduğu bir sırada yaşandı. Bu olayda insanların öldürülmesi ve yaralanması, yolcuların paniğe kapılmalarına neden oldu. Bu terör eyleminin arkasında, Türklerin 1915 yılında işledikleri iddia edilen Ermeni katliamının ve göç ettirme olayının intikamını almak amacı yatmaktaydı.
Ermeniler tarafından gerçekleştirilen bu şiddet olaylarına tepki olarak Türk makamları insan haklarına saygılı ülkeleri uluslararası terörle mücadeleye ve toprakların egemenliği haklarına dokunmaya çağırdı. Türkiye bu sırada, terörist örgütü cesaretlendiren ve bu olaylarda kullanılan silahları veren düşman yabancı ülkelerden birini suçladı. Türkiye devamla, terör örgütlerine karşı çetin bir mücadele vereceğini ve bu örgütlerin iç ve dış bağlantılarıyla şebekelerini ortaya çıkarmak için konuna kadar çaba sarf edeceğini açıkladı.
Gizli Ermeni Bağımsızlık Ordusu, 22 Ocak 1983 tarihinde Paris’teki THY Bürosuna saldırdı. Olayda çok sayıda sivil öldü ve yaralandı.
Burada Ermenistan Parlamentosunun 1989 yılında Azerbaycan’ın kuzeyi ve Türkiye7nin doğusu arasında kalan yerleri istediğini de hatırlatmakta yarar var.
Ermeni Parlamentosunun 23 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmesi sırasında kabul edilen 11 nci maddede “Batı Ermenistan” ifadesi kullanıldı ve “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti tarafından Batı Ermenistan’da 1915 yılında işlenen katliam suçunun uluslararası platformlarda tanınması için sarf edilen çabaları destekleyecektir” denildi.
Ermenistan’ın Londra Büyükelçiliği de 1992 yılında Türkiye’nin Trabzon, Erzincan, Sason (Muş) ve Bitlis kentlerinin Ermenistan toprakları içinde gösterildiği bir harita dağıttı.
Bütün bunlara ek olarak, Ermenistan Cumhurbaşkanı Petrosyan’ın başkanlık ettiği Parlamento Tarih Komisyonu’nun yayınladığı raporda “Türkiye sınırı kabul edilemez” denildi.
Bu olayların akışı içinde Türkiye topraklarında ve dışarıda Türk kuruluşlarını yönelik Ermeni terör eylemlerinin tırmandığını söyleyebiliriz .Ermeniler, Ermenilerin Türk halkıyla olan dini, etnik ve coğrafi bağalarına ilişkin geçmişin mirasını Osmanlı Devletinin mirasçısı Türkiye’ye yüklemeye devam etmektedir.
----------
alıntıdır.