IMLEGEND
Aileden
Square genellikle Final Fantasy’nin boy gösterdiği her konsola oyunun bir nevi üçlemesini yapıyor (Final Fantasy’nin yan oyunlarını saymazsak). Playstation 2’de üçleme, muhteşem grafikleri, geleneksel oynanışa getirdiği yenilikleriyle Final Fantasy 12 ile sona ererken, PSOne’da farklı dünya tasarımı ve Playstation’daki en iyi grafikleriyle, Final Fantasy 9 ile sona ermişti. SNES’te ise efsanevi Final Fantasy 6 ile nokta koyulmuştu. Peki, biraz daha eskiye gidersek? O zaman da NES’te başlayan klasiğe, NES’te son noktayı koyan, şimdilerde dünyanın Nintendo DS için yeniden yapımını deliler gibi beklediği Final Fantasy 3’e ulaşırız!Büyük bir depremin ardından kendilerini bir mağaraya düşmüş bulan dört kardeş, ufak bir araştırma sonucunda mağarada uzun yıllar boyunca bulunmuş olan Rüzgâr Kristali’ne rastlarlar. Parıltısını kaybetmek üzere olan Su Kristali onları dünyanın başına gelecekler konusunda uyarır ve diğer kristalleri de uyandırıp dünyayı kurtarmaları gerektiğini söyler. Böylece Işığın Savaşçıları olarak kristaller tarafından seçilen kardeşler yola çıkarlar.
Ne kadar basit başlıyor değil mi? Seçilmiş kişi klişesi, Final Fantasy’nin neredeyse değişmezi kristaller, dünyayı tehdit eden karanlık… Ama aslında hiçbir şey göründüğü gibi basit değil.
Basit değil çünkü oyunumuz şimdi daha önce olmadığı kadar derin bir senaryo içeriyor (Final Fantasy 1 ve 2’ye göre tabii ki). Basit değil çünkü bir sürü yan görevle ilerleyip ana senaryoya bağlanabiliyoruz. Basit değil çünkü oyun bu sefer dopdolu.
Grafiklere baktığımızda daha önce NES’te Final Fantasy başlığı altında ne gördüysek aynısını görüyoruz. Aynı grafik kalitesi –anlaşılır, göze hoş gözüken- aynı animasyonlar –savaşlarda atak için inip kalkan eller, tıp tıp yürüyen karakterler- aynı dünya grafikleri vs… Belki şehirler eskisine göre daha ayrıntılı ve etkileşimli diyebiliriz. Şehirler tıpkı evlerde olduğu gibi gizli geçitlerle ulaşılabilen gizli kısımlar içeriyorlar. Ayrıca dünya haritası çok yaratıcı ve senaryo boyunca bir iki değişiklik geçiriyor ki takdire şayan.
Sesler mi? Nobuo Uematsu’yu unutmadık değil mi? Harika müzikleri yine bizimle savaşlarda, dramatik sahnelerde yanımızda. Bunun dışında ses efekti namına vuşşş cıyuuuv gibi şeylerden fazlasını beklemiyoruz. Unutmayın hala NES’te yaşıyoruz.
Teknik açıdan çuvalladık gibi gözükmesin. Bütün bunlar oyunu yadırgamamıza sebep olmuyor (En azından ben bir türlü yapamadım.) Bu unsurları oyunun NES’teki tarzı kabul ediyor ve oynanışa geçiyoruz.
Oynanışa baktığımızda oyun Final Fantasy 2’nin değil de 1’in devamıymış gibi geliyor (Ben senaryo bakımından da kesin devamıdır diyorum ya neyse. Eski Işığın Savaşçıları’ndan bahsedilmesi yüzünden…). Çünkü oyun yine karakter sınıfı (Job) seçim imkânı sunuyor. Ve bu sefer 5,6 karakter sınıfına mahkûm değiliz. Kurtardığımız her kristal ile beraber yeni sınıflara ulaşıyoruz ki bu bolluk grup oluştururken oldukça çeşitlilik sağlıyor. Yalnız bu çeşitlilik oyunun sonunda açılan iki sınıfla beraber sona eriyor. Çünkü bu iki sınıf bütün sınıfların yeteneklerini üstüne almış ve onları katlamış ve gereksiz kılmış. Bu sınıflar Sage ve Ninja. Ninja, iki elinde iki silah kullanabilen tek sınıf ve müthiş ataklara imza atabiliyor, hele bir de iki eline Shuriken verirseniz. Sage, black, white, summoning (yaratık çağırma) diye ayrım yapmadan hepsini daha etkili ve daha çok yapabiliyor. Böylece oyunun sonunda sadece bu iki sınıfı seçiyor ve güçlü Vikingi, karizmatik Mystic Knigth ve Dragoon’u, ihtişamlı Summoner’ı çöpe atıyorsunuz.
Summoner mı? Evet öyle. Final Fantasy 3 yaratık çağırabildiğimiz ilk Final Fantasy olma özelliğinde. Çağırılan yaratıklar genellikle bir elementi temsil eden büyülü ataklar bazen de fiziksel saldırılar yapabiliyorlar. Shiva ile dondurur, İfrit ile kül eder, Titan ile ezer geçersiniz. Ayrıca yan görevleri yaparsanız Odin’in huzuruna çıkabilir, Leviathan uykusundan kalkıp size hizmet edebilir, hatta Ejderhaların Kralı Bahamut da size sevgiyle kucak açabilir. Siz yuvasına bir uğrayıverin.
Yaratık çağırmanın yolu önce Conjurer sınıfı bir karakter seçmekten geçiyor. Conjurer acemi bir summoner olduğu için çağırdığı yaratıklar pek etkili hizmet edemiyor. Mesela Chocobo bazen saldırıyor ve confuse (Kafa karıştırma) büyüsü yapıyor bazense savaştan kaçmanızı sağlıyor (Tamamen rastlantısal). Ama Conjurer, Summoner sınıfına terfi edince o zaman yaratıklarınız esip geçiyor. En son Sage’ye de geçince her el çağırabildiğiniz Bahamut, Leviathan ve Odin ile gücün keyfine varıyorsunuz.
Sınıf seçiminden sonraki yenilik ise oyunda kullanılan araçlar. Biz önceki oyunlarda bir kano’ya bile ulaşmak için çırpınırken (burada da çırpınıyoruz dert etmeyin) Final Fantasy 3’de çeşit çeşit Airshiple şımartılıyoruz. Normali, süper hızlısı, denizaltı’ya dönüşeni, uçan bir savaş makinesi, adeta uçan bir tank olanı derken (Bana Final Fantasy 2’deki Warship’i hatırlattı) kendinizden geçebiliyorsunuz.
Karakter gelişiminde Final Fantasy 2’deki kullandıkça gelişen büyüler ve silah yetenekleri Final Fantasy 3’de yerini Final Fantasy 1’deki sisteme bırakmış. Yeni büyüler dükkânlardan satın alınır, karakterler ise silah kullanma yetenekleri sabit kalırken her zamanki gibi level atlayarak gelişirler.
Dünya haritasında değişiklik demiştik. İlk başta gezindiğimiz kıta (Kıtaymış peh!) bize yeter gibi gelirken büyük bir sürprizle daha büyüğüne açılıyoruz. Su altında bile ilerleyebiliyoruz! Bu sayede dünyada gezinmekten kolay kolay sıkılmıyoruz. Zaten dolaşırken hangi gemiyi seçsem diye yeterince oyalanıyoruz.
Yan görevlerde bolluk da dedik ama bu yaptıklarımızı yan görev olarak görmemek gerekir. Çünkü ilerlemek için zaten bunları yapmak zorundayız (Gizli summon’lara ve gizli hazinelere ulaşmak için yaptıklarımızı saymıyorum). Bir süre sonra öyle çok şey yapmış oluyoruz ki geri dönüp, ya ben ne için yola çıktım şimdi ne yapıyorum diyebiliyorsunuz. Ama bu hikâyede bir kopukluğa da sebep olmuyor.
Final Fantasy 2’deki item(eşya) kullanma olayı 3. oyunda daha fazla etkileşim imkânı sunuyor. Savaş menüsünde silah değiştirebilmek konusunda Final Fantasy 1’e bir dönüş var ki böylece savaşın ortasında silahımızı değiştirebiliyoruz. Final Fantasy 2’de denenmiş ama pek pratik olmayan bazı şeyler de değiştirilmiş ve oynanış oldukça rahatlamış.
İlerledikçe ilginç olaylarla karşılaştığımız ve hoşça vakit geçirdiğimiz oyunumuzun çileden çıkartabilecek sorunları da var tabii ki. NES’teki Final Fantasy’lerin ortak problemi olan oyunun sonunda hikâyenin kesilmesi (daha doğrusu bitmesi) ve ardı arkası kesilmeyen savaşlarla boğulmamız (Ayrıca %95’inde ya arkadan saldırılıyoruz ya da baskın yiyoruz), bir de tabii ki sonlara doğru duymaktan elinizden geldiğince kaçınmak isteyeceğiniz savaş müziği (Müzik güzel ama tam 500 kere dinleyince değil!).
Bütün bunlara rağmen içeriğindeki bolluğuyla Final Fantasy kökenlerini merak edenler için bence Final Fantasy 1’den bile önce oynanması gerekiyor Final Fantasy 3’ün. Daha karakter sahibi karakterler(?), renkli bir dünya sizleri bekliyor. Ayrıca oynayınca Final Fantasy 3 DS versiyonunu heyecanla bekleme katsayınız 10 kat artıyormuş. Kendimden öyle biliyorum da.