Söylenecek çok şey varken hiç birşey söyleyememek, söylemek istememek... Çünkü biliyorsun ki ne söylersen söyle bir nefesi daha boşa tüketmekten öteye geçmeyecek bu çaban. Aslında umrunda olan nefesini boşa tüketmemek değildir... Asıl canını yakan şey: Ne söylersen söyle, bağır, çağır, ağla, sinirlen, üzül, kendini yerlerden yerlere vur hiç birşeyin değişmeyeceği gerçeğinin verdiği çaresizliğin tükenmişliğidir.
Hani Özgecan, katli helal olan, insanlıkla ilgisi olmayan ve hayvan bile demeye dilim varmayan bikaç aşağılık yaratığın pençesine düştüğünde bağırıp çağırdıya... "Yardım edin, imdat, yardım edecek bir Allah'ın kulu yok mu!!!" diye bağırdığında kimse duymadıya... O ürkek, masum ceylanın gözlerindeki hayat ışığı tüm çabalarına ve çığlıklarına rağmen saniye saniye acılarla, çaresizlikle ve korkuyla söndüya... İşte o çareziliği, tükenmişliği ve korkuyu hissediyorum birşeyler söylemek isteyip söyleyemediğimde...
Sessiz çığlıklarımızda boğulurken hergün bu tarz olayların bir daha yaşanmaması için somut adımlar atmadığımız her gün insanlık ışığımız yavaş yavaş sönecek, sönüyor ve belkide çoktan söndü de farkında bile değiliz.
Müslümanız, misafirperveriz, sıcak kanlıyız, iyi kalpliyiz diyerek kendimizi kandırdığımız şu ülkede insanlığımdan untanır hale geldim. Herşey oldukta insan olmayı bir türlü beceremedik. Birlikte insanca yaşamayı öğrenemedik. O nedenle senden tüm insanlık adına özür dilerim Özgecan, hata sende değildi... Biz beceremedik senin evine güvenle dönebileceğin bir ortam yaratmayı, biz beceremedik bağırdığında yardımına koşmayı, biz beceremedik katillerine hakkettikleri cezayı vermeyi. Umarım Cenab-ı Hak katında hakettiğin değeri görür sonsuz huzur ve mutluluğa erersin. Allah rahmet eylesin, insan olan, insan olmayı becerebilen herkesin başı sağolsun.