bir sözlükte "sevgiliden ayrıldıktan sonraki ilk gün" adlı entryde kendi başımdan geçen o günü anlattığım yazıdır. Vakti olan, canı sıkılan varsa
açsın Sezen Aksu'yu, Grup Gündoğarken'i, okuyurversin.
açsın Sezen Aksu'yu, Grup Gündoğarken'i, okuyurversin.
daha önceye kimseye anlatamadığım, birazdan buraya dökerek rahatlamayı umduğum olaylardır.
şubatın 21 yada 22siydi sanırım. yıl 2014 şimdi olduğu gibi.
o arıyordu
- kerem müsaitsen çarşıya gelir misin bişeyler içelim dedi.
+tamam hemen çıkıyorum yarım saate ordayım dedim. (bilenle bilir kocaelide izmite gitmek şehrin her yerinden yarım saat sürüyor)
- acele etmene gerek yok carsıdayım zaten dedi.
4 yıllık sevgilim, ciğerim. daha önce belki binlerce kez kerem dedi. ama o günkü diyişi sanki böyle ölünün ağzından çıkan son kelimeler gibiydi.
otobüste geçirdiğim yirmibeş dakikalık süre zarfında kendimi yiyip bitirdim. allah allah yine neye kızdı acaba diyorum kendi kendime. ama içimden bir ses de acaba ? diyor. acaba bitti mi diyor ?
geliyorum çarşıya arıyorum geldim diye.
tamam cafe kediye geç ben de geliyorum iki dakikaya diyor.
geçiyoruz kafeye garson geliyor ne içersiniz diye. hatun çay diyor. hayatında ettiğimiz kahvaltılar dışında çay içmeyen kız çay istiyor garsondan. sonun başlangıcı bildiğin.
çaylar geliyor. tadına bile bakılmadan söze giriyor kızımız:
- kerem olmuyo ya
+ (??)
- olmuyor. yapamıyorum. üzgünüm. çok üzgünüm.
+yüzüme bak, gerçekten üzgün müsün ?
bakamadı.
demek ki üzülmüş gerçekten. üzülmese bakardı çünkü suratıma pişkin pişkin.
+neden, ne bitirdi peki
-bilmiyorum gerçekten ama bitti.
+başkası mı var
-saçmalama ben öyle bi kız mıyım
+sen şuan kendin değilsin ki
-kerem özür dilerim
+ hayır sakın dileme. pişman mısın ki özür diliyorsun. aldığın bir kararın arkasında duracak güçlü bir kızsın sen
[dört sene boyunca çok mutluyken, çok üzgünken, şoktayken, stresteyken bile ağlamayan bir kız]
akıttı sol gözünün sağ tarafından gözünün yaşını.
dişlerimi öyle bir sıkıyorum ki. çocukken litrelerce süt içmesem kesin kırılmıştı orada birkaç tanesi.
- seni sevmiyorken seni kullanmak istemiyorum. sana haksızlık etmek istemiyorum. sen tanıdığım en dürüst erkeksin. sanırım artık seni hak etmiyorum.
[sen daha iyilerine layıksın gibi bir söz beklenir normalde, ama kızımız o kadar klişelerden uzak doğaldı ki, kullanmadı o sözleri]
devam etti:
-bana bir sefer bile yalan söylemediğin için teşekkür ederim. beni hiç incitmediğin için. bana bi..
+ tamam uzatma. sonumuzun sonuna gel daha fazla sıcma (evet bu cümleyi neden kurdum bilmiyorum)
- kerem hakkını helal et. canım sıkıldı sana sardım. tatil yolunda her şeyden şikayet ettim bi kere oflamadın. en zor anımda şehrin öteki ucundan geldin. helal et.
o an boğazımda artık balgam mıydı yoksa şarkılardaki düğümden mi vardı kestiremedim. pısırık ses çıkarmaktansa gözlerimi kırptım tamam anlamında.
(hay gözümün ferini sikeyim kapatmasaydım keşke helal olsun deseydim.)
o gözler kapanınca bütün nevale aktı gitti gözlerimden..
kalktı ve gitti. 4 senedeki her şeyi masadan alıp gitti.
---------------------------
entry ile ilgili olan kısım şimdi başlıyor
---------------------------
o masada kaç saat daha oturdum bilmiyorum.
en son garson başka bir arzunuz var mı dedi onu hatırlıyorum.
kafamı salladım hayır manasında.
dudaklarım kurumuştu zaten yapışmıştı birbirine.
gitmişti.
şehrin altını üstüne getirdiğimiz
derinceden karamürsele adım atmadık yer bırakmadığımız.
hayatımın baharının çiçeği. birlikte büyüdüğüm insan gitti.
kerem de gitti.
körfezin fabrika atıklarıyla dolu denizine.
kerem hala orada. ben onu orada bıraktım çünkü.
hatırlamıyorum tam ama orada muhtemelen yerdeki kayalara vurmuş olmalıyım ki ellerimde çizik izleri var hala daha. o günden önce olmadı o çizgiler çünkü olsaydı kerem eline ne oldu derdi.
denizin kenarında soğuğun en soğuk olduğu gündü o gün.
terliyordum. terledikçe üşüyordum.
ölümden önce de öyle oluyormuş ya. öyle işte.
neyse telefonumun çaldığını hissediyorum.
küfür ede ede telefonu açmak üzere elimi cebime atıyorum.
'aaannem' arıyor.
ilk aşkım. hayatta olma sebebim annem arıyordu.
açamadım. o an açsaydım kadıncağız sesimi duyar duymaz bayılırdı çünkü.
dört beş dakika kendimi toparlamaya çalıştım. heh şimdi daha iyiyim dedim ve aradım annemi.
+ efendim annem
-oğlum , sen misin ? hasta mı oldun sesin çok değişmiş.
[ o sıralar evde değilim]
+biraz üşüttüm galiba
-hemen atla otobüse gel eve
reddedemedim. en çok ihtiyacım olan şeyi vadediyordu annem. şefkat.
yolda boş bakışlarla eve giden otobüse doğru yürüyorum.
bir saat falan sürüyor eve gidiyorum.
eve geldim ama açamıyorum kapıyı.
bakıyorum telefondan kendime. yüzüm çökmüş.
annem de mutfakta olacak ki görmüş beni kapıyı açmaya gelmiş.
çıkartıyorum botları içeri giriyorum. annem yüzüme bakıyor ve kadın kendinden geçiyor. sanki oğlu 10 yıl yaşlanıp gelmişti.
hemen odama çıktım. yattım yatağa dümdüz.
annem anlamıştı. neyin var diyordu ama sadece bildiği cevabı duymak için adeta.
+ anne..
dedim ve gözyaşlarına boğulduk. gerisini hala daha hatırlamıyorum.
anneme de soracak yüzüm yok henüz.
uyandım. hava karanlık. yatakta kaskatı duruyorum. yan odada annemle babam konuşuyor.
kalkmaya çalıştım, olmadı. anne dedim ama sanırım ben bile zor duydum.
yatak kapının yanındaydı kapıya tıklattım.
babam geldi hemen.
[babam = o zamana kadar bana karşı sert olan, daha doğrusu şımarmıyım diye seviyeyi yukarıda tutan adam]
oğlum dedi ve öyle bir sarıldı ki.. şuan bahsederken bile gözlerim doluyor.
beni yıllar sonra ilk defa görür gibi, amansız bir hastalıktan kurtulmuşum gibi sarılıyor bana.
ve o adam, babam, ağlıyor.
yan odadan sultanımın hıçkırığı. bizi öyle görmeye dayanamamış sanırım.
- oğlum iyi misin.. oğlum üzülme... kurban olduğum ses ver.
ben sadece kafamı ve göz bebeklerimi oynatıyorum. görüntü var ses yok derler ya tam da öyle.
sonraki sabah uyanıyorum. babam arkadaşlarımı arıyor, "kerem bugün gelemicek oğlum merak etmeyin"
babam teselli etmek istiyordu beni
- lan yakışıklı adamsın üzme kendini.. bi kere benim oğlumsun ulan sıpa sana kız mı yok ?!
ciddiyetin adamı babam, cem yılmazı oynuyordu karşımda.
hafiften bir tebessüm vermiş olmalıyım ki, babamın yüzünde güller açmıştı.
- haydi bakalım aslanım, şimdi kahvaltı edicez hadi yüzünü yıka bakalım
yataktan doğrulttu beni, banyoya kadar omzuna yaslayarak götürdü.
(apandisit ameliyatımdan sonra bile bu kadar desteğe ihtiyacım olmamıştı)
indim mutfağa kahvaltı etmeye. ablam ve 12 aylık * yeğenim de orada.
ablamın suratında ki ifade bana o kadar çok şey anlatıyor ki.
[ailede kızı ilk ablam bilmişti. bir kaç kez yüz yüze konuşmuşlardı. o kız seni üzecek ablam. demişti.]
ben sana demiştim der gibi bakıyordu. ama benim canım kardeşim der gibi sarıldı bana.
kahvaltıda sanılanın ve filmlerdekinin aksine hayvan gibi yiyorum. iştahım zirve yapmış ve hatta bizim bıdığın*ilgisini de çekmiş olacak ki çocuk bana bakıp gülüyordu uzun süredir.
------------------------
sevgiliden ayrıldıktan sonraki ilk gündü o gün.
o gün çocuktum ben.
çocukluğunu doya doya yaşayan bir çocuktum o gün.
------------------------
şubatın 21 yada 22siydi sanırım. yıl 2014 şimdi olduğu gibi.
o arıyordu
- kerem müsaitsen çarşıya gelir misin bişeyler içelim dedi.
+tamam hemen çıkıyorum yarım saate ordayım dedim. (bilenle bilir kocaelide izmite gitmek şehrin her yerinden yarım saat sürüyor)
- acele etmene gerek yok carsıdayım zaten dedi.
4 yıllık sevgilim, ciğerim. daha önce belki binlerce kez kerem dedi. ama o günkü diyişi sanki böyle ölünün ağzından çıkan son kelimeler gibiydi.
otobüste geçirdiğim yirmibeş dakikalık süre zarfında kendimi yiyip bitirdim. allah allah yine neye kızdı acaba diyorum kendi kendime. ama içimden bir ses de acaba ? diyor. acaba bitti mi diyor ?
geliyorum çarşıya arıyorum geldim diye.
tamam cafe kediye geç ben de geliyorum iki dakikaya diyor.
geçiyoruz kafeye garson geliyor ne içersiniz diye. hatun çay diyor. hayatında ettiğimiz kahvaltılar dışında çay içmeyen kız çay istiyor garsondan. sonun başlangıcı bildiğin.
çaylar geliyor. tadına bile bakılmadan söze giriyor kızımız:
- kerem olmuyo ya
+ (??)
- olmuyor. yapamıyorum. üzgünüm. çok üzgünüm.
+yüzüme bak, gerçekten üzgün müsün ?
bakamadı.
demek ki üzülmüş gerçekten. üzülmese bakardı çünkü suratıma pişkin pişkin.
+neden, ne bitirdi peki
-bilmiyorum gerçekten ama bitti.
+başkası mı var
-saçmalama ben öyle bi kız mıyım
+sen şuan kendin değilsin ki
-kerem özür dilerim
+ hayır sakın dileme. pişman mısın ki özür diliyorsun. aldığın bir kararın arkasında duracak güçlü bir kızsın sen
[dört sene boyunca çok mutluyken, çok üzgünken, şoktayken, stresteyken bile ağlamayan bir kız]
akıttı sol gözünün sağ tarafından gözünün yaşını.
dişlerimi öyle bir sıkıyorum ki. çocukken litrelerce süt içmesem kesin kırılmıştı orada birkaç tanesi.
- seni sevmiyorken seni kullanmak istemiyorum. sana haksızlık etmek istemiyorum. sen tanıdığım en dürüst erkeksin. sanırım artık seni hak etmiyorum.
[sen daha iyilerine layıksın gibi bir söz beklenir normalde, ama kızımız o kadar klişelerden uzak doğaldı ki, kullanmadı o sözleri]
devam etti:
-bana bir sefer bile yalan söylemediğin için teşekkür ederim. beni hiç incitmediğin için. bana bi..
+ tamam uzatma. sonumuzun sonuna gel daha fazla sıcma (evet bu cümleyi neden kurdum bilmiyorum)
- kerem hakkını helal et. canım sıkıldı sana sardım. tatil yolunda her şeyden şikayet ettim bi kere oflamadın. en zor anımda şehrin öteki ucundan geldin. helal et.
o an boğazımda artık balgam mıydı yoksa şarkılardaki düğümden mi vardı kestiremedim. pısırık ses çıkarmaktansa gözlerimi kırptım tamam anlamında.
(hay gözümün ferini sikeyim kapatmasaydım keşke helal olsun deseydim.)
o gözler kapanınca bütün nevale aktı gitti gözlerimden..
kalktı ve gitti. 4 senedeki her şeyi masadan alıp gitti.
---------------------------
entry ile ilgili olan kısım şimdi başlıyor
---------------------------
o masada kaç saat daha oturdum bilmiyorum.
en son garson başka bir arzunuz var mı dedi onu hatırlıyorum.
kafamı salladım hayır manasında.
dudaklarım kurumuştu zaten yapışmıştı birbirine.
gitmişti.
şehrin altını üstüne getirdiğimiz
derinceden karamürsele adım atmadık yer bırakmadığımız.
hayatımın baharının çiçeği. birlikte büyüdüğüm insan gitti.
kerem de gitti.
körfezin fabrika atıklarıyla dolu denizine.
kerem hala orada. ben onu orada bıraktım çünkü.
hatırlamıyorum tam ama orada muhtemelen yerdeki kayalara vurmuş olmalıyım ki ellerimde çizik izleri var hala daha. o günden önce olmadı o çizgiler çünkü olsaydı kerem eline ne oldu derdi.
denizin kenarında soğuğun en soğuk olduğu gündü o gün.
terliyordum. terledikçe üşüyordum.
ölümden önce de öyle oluyormuş ya. öyle işte.
neyse telefonumun çaldığını hissediyorum.
küfür ede ede telefonu açmak üzere elimi cebime atıyorum.
'aaannem' arıyor.
ilk aşkım. hayatta olma sebebim annem arıyordu.
açamadım. o an açsaydım kadıncağız sesimi duyar duymaz bayılırdı çünkü.
dört beş dakika kendimi toparlamaya çalıştım. heh şimdi daha iyiyim dedim ve aradım annemi.
+ efendim annem
-oğlum , sen misin ? hasta mı oldun sesin çok değişmiş.
[ o sıralar evde değilim]
+biraz üşüttüm galiba
-hemen atla otobüse gel eve
reddedemedim. en çok ihtiyacım olan şeyi vadediyordu annem. şefkat.
yolda boş bakışlarla eve giden otobüse doğru yürüyorum.
bir saat falan sürüyor eve gidiyorum.
eve geldim ama açamıyorum kapıyı.
bakıyorum telefondan kendime. yüzüm çökmüş.
annem de mutfakta olacak ki görmüş beni kapıyı açmaya gelmiş.
çıkartıyorum botları içeri giriyorum. annem yüzüme bakıyor ve kadın kendinden geçiyor. sanki oğlu 10 yıl yaşlanıp gelmişti.
hemen odama çıktım. yattım yatağa dümdüz.
annem anlamıştı. neyin var diyordu ama sadece bildiği cevabı duymak için adeta.
+ anne..
dedim ve gözyaşlarına boğulduk. gerisini hala daha hatırlamıyorum.
anneme de soracak yüzüm yok henüz.
uyandım. hava karanlık. yatakta kaskatı duruyorum. yan odada annemle babam konuşuyor.
kalkmaya çalıştım, olmadı. anne dedim ama sanırım ben bile zor duydum.
yatak kapının yanındaydı kapıya tıklattım.
babam geldi hemen.
[babam = o zamana kadar bana karşı sert olan, daha doğrusu şımarmıyım diye seviyeyi yukarıda tutan adam]
oğlum dedi ve öyle bir sarıldı ki.. şuan bahsederken bile gözlerim doluyor.
beni yıllar sonra ilk defa görür gibi, amansız bir hastalıktan kurtulmuşum gibi sarılıyor bana.
ve o adam, babam, ağlıyor.
yan odadan sultanımın hıçkırığı. bizi öyle görmeye dayanamamış sanırım.
- oğlum iyi misin.. oğlum üzülme... kurban olduğum ses ver.
ben sadece kafamı ve göz bebeklerimi oynatıyorum. görüntü var ses yok derler ya tam da öyle.
sonraki sabah uyanıyorum. babam arkadaşlarımı arıyor, "kerem bugün gelemicek oğlum merak etmeyin"
babam teselli etmek istiyordu beni
- lan yakışıklı adamsın üzme kendini.. bi kere benim oğlumsun ulan sıpa sana kız mı yok ?!
ciddiyetin adamı babam, cem yılmazı oynuyordu karşımda.
hafiften bir tebessüm vermiş olmalıyım ki, babamın yüzünde güller açmıştı.
- haydi bakalım aslanım, şimdi kahvaltı edicez hadi yüzünü yıka bakalım
yataktan doğrulttu beni, banyoya kadar omzuna yaslayarak götürdü.
(apandisit ameliyatımdan sonra bile bu kadar desteğe ihtiyacım olmamıştı)
indim mutfağa kahvaltı etmeye. ablam ve 12 aylık * yeğenim de orada.
ablamın suratında ki ifade bana o kadar çok şey anlatıyor ki.
[ailede kızı ilk ablam bilmişti. bir kaç kez yüz yüze konuşmuşlardı. o kız seni üzecek ablam. demişti.]
ben sana demiştim der gibi bakıyordu. ama benim canım kardeşim der gibi sarıldı bana.
kahvaltıda sanılanın ve filmlerdekinin aksine hayvan gibi yiyorum. iştahım zirve yapmış ve hatta bizim bıdığın*ilgisini de çekmiş olacak ki çocuk bana bakıp gülüyordu uzun süredir.
------------------------
sevgiliden ayrıldıktan sonraki ilk gündü o gün.
o gün çocuktum ben.
çocukluğunu doya doya yaşayan bir çocuktum o gün.
------------------------